Mustafa Keser; “Nasıl eğlenilir bilmiyorum”

Mustafa Keser; “Nasıl eğlenilir bilmiyorum”
12 Eylül 2015 01:29
A+
A-

Bir program vesilesiyle memleketimiz e gelen, yılların eskitemediği, musiki üstadı Mustafa KESER’ le, kaldığı Hilton Garden Inn Otel’ in kafeteryasında buluştuk. Mustafa Keser ile her zamanki içtenliği ve sıcakkanlılığıyla gerçekleştirdiğimiz sohbeti sizlerle paylaşıyoruz.

Diyar Magazin; Sizi bilmeyen yok, ama gazetemizin genç okurları için ilginç hayat hikâyenizden yola çıksak nasıl olur?

Mustafa KESER; malum ben Madenliyim. Maden’ de ortaokulu bitirdiğimde, Maden’ de lise yoktu. Liseyi bir sene Diyarbakır’ da  Ziya Gökalp Lisesi’ nde okudum. Sonra Sivas lisesine geçtim. Halamın oğlu oradan mezundu. O zaman Sivas Lisesi Türkiye’nin en meşhur liselerinin başında geliyordu. O vesileyle oraya geçtik.  İşte, devamında liseden sonra okumadım maalesef. Okuyamadım değil okumadım. Yoksa Maden’de o fırtına gibi zeki çocuk kesin iki üniversiteyi birden okuyabilecekken, herkes o gözle bakıyor ama neyse sebeplerini burada açıklamaya gerek yok.  Çeşitli vesilelerle tahsilime devam edemedim.  Bu arada Rahmetli Babam bana bir keman yapmıştı. Babamın yaptığı kemanlar Amerika’ya giderdi öyle ince sanatkârdı babam. Baba tarafından en çirkin sesli benim ona göre hesap et. Sonra Sivas tan birinci sömestr bir kolumda cümbüş bir kolumda ud üç ayın içinde bütün şarkıları öğrendim. Annem saklardı kemanı hep benden. Aklını çalgıya  verir de okumaz diye. Sonra Maden’den ayrılıp dışarı gidince üç dört enstrümanı çalmasını öğrendik üç ayın içinde. Geldim Annem rahmetlik saçını başını yoluyor, onun üzerine bıraktı tabi artık. Askere gitmeden ben İstanbul’ a kaçtım.

Diyar Magazin; bir de kaçış hikayesi var öyle mi?

Mustafa KESER; He he tabi. Aldık kitaplarımızı koltuğumuzun altına . Cümle alem hayret ederdi, ya  bu nasıl bir cesarettir. Maden gibi yerden daha bıyıkları yeni terlemiş bir çocuk yani. Ama o yaşta bile epey ünlü sanatçılara çalmaya başlamıştım yani. İşte özetle askerden sonrada askerliğim İzmir’ e çıktı. Askerden sonrada lise mezunu okuryazar, vasıfsız bir adam. Yani meslek yok bir şey yok. Tabi bu arada ben müziği bayağı profesyonel derecede öğrendiğim için dedim artık bu benim mesleğim olsun. Ekmek paramı bu işten kazanayım diye. Hani ben müziğin aşığıyım, işte bilmem müziksiz yapamam, yoksa intihar ederim falan filan gibi değil. Hem başka mesleğim yok, müziği de enstrüman çalıyorum, müzik benim mesleğim olsun ben ekmek paramı bu yönden çıkarayım diye ve ekmek paramı kazanmak üzere müzikle ilgilenmeye başladım. Şeyden sonra tabi ben hedefi olan bir insanım. Hedefi olmayan insanları da hiç sevmem. Bir insan kendine muhakkak bir hedef koymalı gençler açısından. Ben bu ülkede en büyük müzik adamlarından biri olacağım diye kendime hedef koydum. Allah’a şükür, tabi hedef koymakla bitmiyor. Onun doğrultusunda çalışmakla oluyor. Sadece hevesle olmuyor. Bazen laflarız, müziğe çok hevesli insanlar var, ya hocam diyor on beş senedir bağlamam duvarda asılı bir türlü öğrenemedim. Oğlum duvarda asılı bağlamayı öğrenemezsin, çalarak öğrenirsin! Heves etmiş almış, bağlama orda duruyor. Yani sadece heves etmek, hedef koymakla olmuyor iş, o hedef doğrultusunda çalışmakla oluyor. Yani yolda gidiyorsun mesela işte gördüm bir arkadaş “Ahmet ne yapıyorsun? Hiiiç,  Ele dolaşıyorum. Oğlum sen manyak mısın? Hedefsiz dolaşıyorsun. Bak hiçbir hedefi yok.  Attığın her adımda hedef olmalı. Ama  dese ki, yaw  Abi valla canım sıkıldı şöyle bir hava almaya çıktım, bak demek ki hedef var. Hava almayı amaçlamış. Yani hayatta hedefsiz olunmaz. Onun için gençlere de naçizane bir öğüdümüz olsun; kendilerine bir hedef koymalılar ve o hedef doğrultusunda da çalışmalılar. Bağlamayı duvara asıp bırakmamaları lazım. İşte ondan sonra radyo günleri başladı. On beş sene İzmir’ de kaldık. Burada ismini sayamayacağım kadar birçok ses ve saz sanatçısı üstatlarıyla (Bekir Sıtkı Sezgin, Cinuçen Tanrıkorur, Kadri Sençalar, Ercüment Batanay, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Safiye Ayla, Sabite Tur… gibi) birlikte çalıştım. Zaman içerisinde onlardan çok bilgiler edindim. Yirmibeş,  yirmi altı küsur sene de İstanbul’ da geçti. Özetle, Türkiye’ nin en büyük saz ve ses üstatlarıyla birlikte büyük şans sahibi olduk, onlarla meşk etme, onlardan çok şeyler öğrenme fırsatı bulduk.  Ee tabi şimdi burada yani kendime de bir pay çıkarmalıyım yani o kadar da şey olmamak lazım mütevazı, O üstatların beni aralarına kabul etmelerinin bir sebebi vardı. Bir ışık gördüler ki, yani Yavaşça Hocamlar, o adamlar öyle her adamı aralarına alıp da yani ele bizim tabirimizle Xello, cello işi olmaz. Onlar da,  bizde bir istikbal gördüler ki, bir kabil- i ufuk gördüler ki aralarında olmamıza izin verdiler. Biz onlardan çok şeyler öğrendik. Şimdiki gençlere çok üzülüyorum, müzik açısından tabi. Yani çevrelerinde kendilerinden daha fazla bilen birileri yok ki bir şeyler öğrensinler. Çünkü o şansa sahip değiller. Tabi ben şans diye bir şey düşünmüyorum. Şans şansa layık olan insana gelir. Layık olmayana şans gelmez. Gelse de bir şeye yaramaz. Yani hiçbir vasfı olmayan adamı götürsen genel müdür yapsan, başarılı olabilir mi, olamaz. Çünkü o vasıflarda değil ki, oradaki işleri yürütsün. Artı hiçbir vasfı olmayan adama da kimse gel genel müdür ol demez. Misal ben 1995 yılında dünyada hiçbir yerde yapılmayan bir program yaptım. İlk defa canlı yayında telefonla istek programı, dünyada ilk defa oluyor böyle bir şey bildiğim kadarıyla. Tabi o program için fikir benim değildi aslında, bana bu programı yapmam için teklifte bulundular. Şimdi bak bu bir şanstır, yani bugünkü şöhretimi o programa borçluyum. Ama şimdi bu benim için bir şanstır da, bu şansı niye başkasına tanımadılar da bana geldiler? Demek ki şans şansa layık olana gelir. Ha şans nedir? Beni ararlar bulamazlar, telefon kapalıdır da ondan sonrakini ararlar, onun telefonu açıktır, o program ona gider o da o vasıftadır. Ancak ben o şansımı kaybetmiş değilim. O şansı her zaman bulabilirim. Başka bir yerden yine o şans bana gelirdi. Demek istediğim, ben o şansı elde edebilmek için yirmi otuz sene çalışıp emek verdim. O şansa hazırdım hep.  İlla ki o şansla karşılaşacaktım yani. Onun için insan kendi şansını kendisi yaratır.

Diyar Magazin; Mustafa Keser’ i hep şen şakrak haliyle görüyoruz, gerçekten hep öyle midir?

Mustafa KESER; öyleyimdir yani dökülmem. Aslında bu şen şakrak olmanın bende yarattığı bir stres de var, mesela ben eğlenmesini bilmiyorum. Hem nasıl eğlenilir bilmiyorum. Çünkü ben elli senedir eğlendiriyorum insanları sahnede, dolayısıyla nasıl eğlenilir bilemiyorum, bunu ciddi söylüyorum. Yani pek etrafımıza neşe saçarız da, kendimiz için ne yapabileceğimizi pek bilmez durumdayız. Bir yere gideriz eğlenmeye, herkes eğlenir ben eğlenemem. Bilmiyorum nasıl eğlenilir. Böyle bir durum var. Hal-u mesele beleyken bele.

Diyar Magazin; Mustafa Keser deyince şarkılar kadar, neredeyse programlarınızda olmazsa olmaz haline gelen fıkralarınızdan, okuyucularımız için de bir tane anlatır mısınız?

Mustafa KESER; Diyarbakır fıkrası anlatayım size. Şimdi Diyarbakırlı gariban bir kardeşimiz Fiskaya’da duruyor. Böyle aşağıya doğru, Hevsel bahçalarına doğru bakıyor. Ele ortalık sakin sütliman, hiçbir şey yok. Bizim garibanın bişeyside yok ya elini açmış , “Ya rabbi halımi görisen, erebe ver, pere ver, ondan ver, bundan ver” Birden bire bir fırtına, bir alabora, bir kasırga bizim Xalo Fiskayasından aşağı, kan revan içerisinde kalkmış üstünü başını silkeliyor. Elini kaldırmış yukarıya Allah’ a hitap ediyor. E diyor “vermisen, verme! Ma niye itelisen” demiş. Bu arada Diyarbakır’ a gelmişken bu Diyarbakır fıkrası aklımıza geldi onun için anlattık. Yoksa bu hususta da repertuar geniş.

Diyar Magazin; Memleketteki huzursuzlukla ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler varsa onları da alalım.

Mustafa KESER; tabii ki mesajımız var. Valla işin gerçeği benim anam Kürt’tür, babam Zaza’ dır. Ama ben bu ülkede İstiklal Marşı söylendiği zaman, bayrak çekildiği zaman her zaman ağlamışımdır. Ben ülkemi, vatanımı çok seven bir adamım. Bunun Kürt olmak, Türk olmak, Zaza olmak, bilmem Laz olmak bunlar farklı şeyler, aidiyet hissi duyup vatanına, milletine bağlı olmak ayrı şeydir. Adamın görüşü, dini, dili farklı olabilir. Bu bulunduğu vatanını sevmek veya sevmemekle ilgili bir şey değildir. Yani sen herhangi bir ülkenin vatandaşısın, ama görüşün, dinin, dilin farklı olabilir. Bu o ülkenin içindeki bulunduğun durumu hazmetmek veya oraya kendini ait hissetmekle ilgili değildir senin tabiiyetin, dinin dilin. O başka bir şeydir. Onun için eskiden olduğu gibi yani yüzyıllardır birlikte yaşadığımız bütün dinlerden, bütün dillerden insanlar, bunun içinde Kürt kardeşlerimiz de, Türk kardeşlerimiz de dahil, Türklüğü, Kürtlüğü bırakıp, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak aidiyet hissine bağlı olmak ve dinini dilini her şeyini, başta vatanını sevecek, başta vatanına sahip çıkacak,. Vatanına sahip çıkmazsa bu dininin, dilinin, kendine hiçbir faydası olmaz. Hiçbir yerde kendine bir mahal edinemez. Mümkün değil. Kimisi diyor, ben dünya vatandaşıyım. Böyle bir vatandaş yok. Herkesin bir memleketi var. Onun için yurdumuza sahip çıkalım. Dış mihrakların dolduruşuna gelmeyelim. Kardeşliğimizi bozmayalım. Bize bizden fayda var. Biz var, ben yok. Biz olursak, bu ülkenin neresinde olursa olsun insanların yani Siz burada rahatsız ve huzursuzsanız biz buradan binlerce kilometre ötede İstanbul’ da da rahatsız durumdayız. Yani insan olan insanın o haberleri görüp ilgisiz, bigâne kalması mümkün değildir. Onun için gelin biz olalım.

Diyar Magazin; Üstad bize değerli zamanınızdan ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.